Karadayı'nın Yönetmeni Cem Karcı ile Özel Röportaj


Beni tanıyanlar bilir. Pek dizi izlemem. Bazen hatır için bir bölümünü izler, devamını getiremem. Uzun gelir, canım sıkılır, senaryo sarmaz. Bu aralar ise izlediğim bir dizi var. Karadayı. İzledikçe senaryosuna, oyuncularına, görüntü kalitesine hayran kaldığım bir dizi. Haliyle bende merak uyandırdı. Ne mi yaptım? Dizinin yönetmenlerinden biri olan Cem Karcı ile bir araya gelip merak ettiklerimi sordum.

İsterseniz önce Cem Karcı’yı tanıyalım:

Cem Karcı 30 yaşında. Marmara Üniversitesi Iletişim Fakültesi ve Radyo, Televizyon, Sinema 3. Sınıf Öğrencisi hala. 11 sene önce başlamış çalışmaya. Bir arkadaşının vasıtasıyla Zeyno Gönenç ile tanışmış. 9 Ay kadar Çocuklar Duymasın setinde prodüksiyon stajyerliği yapmış. Daha sonra Asmalı Konak Sinema Filminin Istanbul/Kapadokya çekimlerinde sanat stajyeri olarak çalışmış. Hemen ardından Estagfurullah Yokuşu dizisinde reji stajyerliği yapmış. 2-3 hafta içinde kendisini normal asistanlığa almışlar. Sonrasında Çağan Irmak ile Çemberimde Gül Oya dizisinde çalışmış. Kavak Yelleri’nde 8 bölümlük bir oyunculuk deneyimi olmuş. Devamını gelin kendisinden dinleyelim:

Oyunculuk nasıl bir tecrübeydi?

Çok ilginçti. Ben orada normalde ikinci yönetmendim. O gün bir karakter geldi „Mehmet“ adında. Okulun Sinema Kurumu Başkanı. „Bunu da ben oynayayım“ dedim. Öyle dalgasına başladı, gerçek oldu. İyi de oldu çünkü bir yönetmen için oyuncu psikolojisini anlayabilmek çok önemli. Hiçbir zaman „oyuncu olacağım“ hayalim olmadı. Zaten o kafadan yaklaşmadım ama çok temel şeyler öğretti oyunculuk.

Temel şeyler derken?

Mesela ilk çekim günümdü. Tam kayda girdik ve birden monitörün arkasından bir kahkaha yükseldi. Oradaki tek algı: „Nasıl bir şey yaptın ki sana gülüyorlar?“ algısı oluyor ama aslında bambaşka teknik bir sorundan dolayı gülünmüş. Buradan şunu anladım: Asla oyuncu sahnedeyken reji masasında fısıltıyla dahi konuşulmasın çünkü kendi üstüne alınır. Aynı zamanda oyuncuları çok bekletmemek gerektiğini öğrendim.




Kavak Yelleri’nden sonra Menekşe ile Halil, Yol Arkadaşım ve Ezel gibi hala konuşulan dizilerde ikinci yönetmen olarak görev yaptınız.

Evet, Ezeli bitirdikten sonra „artık zamanın geldi“ dediler.

O an neler hissettiniz?

„Ezel çok güzel bir iş, senaryosu çok kuvvetli. Bundan sonra ilk yönetmenliğini yapacağım hangi iş beni tatmin edebilir ki?“ diye düşündüm.
Bir aile dizisi, aşk hikayesi çekmek istemiyordum. Derken Uçurum geldi.

Uçurum o zaman yönetmenliğini üstlendiğiniz ilk çalışmanızdı.

Evet, dünyasını tamamen benim yarattığım ilk işti. Döndüğümde şunu nasıl yapalım diyebileceğim bir yönetmen arkadaşım, ustam yoktu.

Nasıl bir duyguydu ilk kez tüm sorumluluğu üstlenmek?

Çok korkutucu, bir o kadar da heyecan verici. İlk başlarda uyuyamıyordum heyecandan. Gün içerisinde yaklaşık 60-70 kişilik bir ekiple çalışıyorsun. 15-20 tane oyuncu var ve hepsi ağzının içine bakıyor. Gergin ama çokta keyif verici bir durumdu. O idare, öğrenme süreci zorlu geçti. Tökezlediğim çok an oldu ama sağolsun etrafımda çok sağlam insanlar vardı hep ayağa kaldırdılar beni. Kenetlendik, güzel bir aile olduk.

Uçurum bitti sonra...?

Ay Yapım’dan teklif geldi. “Karadayı diye bir iş yapacağız ve iki yönetmenle çalışmak istiyoruz. İlk beş bölümü beraber çekeceksiniz, oturtacaksınız sonra bir bölüm Uluç Bayraktar çekecek bir bölüm sen çekeceksin” dediler. Uçurum çok zorlu geçtiği için bu teklif çok cazip geldi bana.

Tanıdığım bir denizdeyim. Ay Yapım ile çalıştım daha önce. Uluç Bayraktar’a zaten “Ustam” derim çok şey öğrendim ondan. Kenan’la zaten Ezel’de çalıştım onunla da çok iyi anlaşırız. Kabul ettim ve Karadayı süreci başladı. İlk beş bölümünü beraber çektik. 13. bölüme kadar bir bölüm Uluç bir bölüm ben çektim. Sonra iki bölüm devam ettik. Su an iki bölüm Uluç çekiyor, iki bölüm ben. Bu da Türkiye’de bir ilk!

İlk derken?

Normalde her hafta çekmemiz gereken ve zorunlu olan neredeyse 120-130 dakika var. Sinema Filmi bile diyemiyorum o bile 90 dakika sürüyor.

Niye bu kadar uzun?

Bu bizim tercihimiz değil. Sistemden dolayı böyle.
Geçen hafta mesela 5 günde 135 dakika çekmemiz gerekiyordu. Her hafta bu olduğunda artık belli bir yerden sonra o içimizdeki heyecan bitiyor. Heyecanı bırakın o kadar yorgun oluyoruz ki...


O zaman iki hafta sonra tekrar çekim yapmak müthis bir duygu olsa gerek.

Ben iki hafta çalışmadığımda tatilimin son 5 bölümünde bir an önce senaryo gelsin, bir an önce sahnelere bakayım, yeni mekanları seçeyim, ekstra dışardan gelen yeni oyuncu varsa konuk oyuncuları seceyim diye düşünüyorum. Sete gittiğimde sanki 5 aydır çalışmıyormuş gibi heyecanıyla başlayabiliyorum. Bu benim için de Uluç Bayraktar için de böyle. Tabii ki çok güzel bir şey.

Dizi ve Filmlerin sonunda hep yönetmenin ismi yazıyor ama kimse tam olarak bir Yönetmen ne yapar bilmiyor.

Yönetmenin yaptığı birsürü iş var. Tabii ki her şeyi kendisi yapmıyor. Ekip çalışması nihayetinde. Görüntü yönetmenimiz de çok önemli, yardımcı yönetmenimiz de, sanat yönetmenimiz de. Hepmiz bütün halinde olduğumuzda güzel bir şey çıkartabiliyoruz.

Iyi bir yönetmen nasıl olmalı?

Bence iyi bir yönetmen oyuncuyu güzel dengeleyebilen yönetmendir. Oyuncu sahnesine bakar o sahneyi en iyi şekilde icra etmek için uğraşır. Yönetmen bütüne bakabilen kişidir. Oyuncu sadece o an içinde bulunduğu sahneye bakar. Yönetmen oyuncuyu törpüleyen kişidir.

Törpüleyen derken?

Örneğin: “burada daha yüksek oyna çünkü iki sahne sonra bu şuraya etki edecek veya burada oyunu düşürmen lazım çünkü sonrasını çektik ve böyleydi” tarzı uyarılarda bulunmak ve oyun dengesini kurmak gibi.

Onun dışında senaryo geldiğinde yeni bir mekan varsa hayal ettiği şeyi yapıma anlatır ve yapım onun için uygun mekan alternatifleri getirir ve onun içinden doğru mekanı seçer. O da çok önemlidir. Mesela Kardayı’da Feride ile Mahir’in buluştuğu bir çay bahçesi var. O herhangi bir çay bahçesi olabilirdi ama oradaki o sessizlikte, o dağların arasında, ilerde denizin gözüktüğü bir yer olunca asılnda bir seferlik yazılan bir sahne Feride ile Mahir’in yeri oldu.



Spontan verilen bir karardı yani?

Evet, aslında herhangi bir çay bahçesiydi ama atmosfer güzel oldu, oyuncuların mekan içindeki uyumları parlak çıktığı için senaristler bunu görerekten „Feride ile Mahir’in çay bahçesi“ olarak belirlediler.

Karadayı projesi ilk geldiğinde raitinge kurban gider kaygısı var mıydı içinizde?

Maalesef suan Türkiye’nin durumundan dolayı hiçbir iş için kesin tutar, tamamdır diyemiyoruz. En iyi oyuncuların, en sağlam senaryoların olduğu işlerde bile maalesef raitinge kurban gidilebiliyor ama senaristlerimiz Eylem Canpolat ve Sema Ergenekon’un matematikleri inanılmaz kuvvetli. Seyircinin ilgisini sürekli ayakta tutmayı çok iyi beceriyorlar. 29. bölümdeyiz ve hala her bölüm bir heyecan yaşıyoruz ve bir sonraki sahneyi merak ediyoruz. senaristlerimiz o konuda çok başarılılılar.

Onun dışında tabii ki bir Kenan faktörü var. Kenan su ana kadar çok güzel projelerde yer aldı ve onun olduğu işler hep 1-0 önde başlar. Ay Yapım prodüksiyon anlamında her türlü imkanı sağlayan bir yapım şirketi. Hem yönetmenine, hem oyuncusuna, hem de teknik ekibine. Tüm bu parametreler  bir araya geldiğinde evet Karadayı güzel bir iş olacaktı diyorduk ama yine de bu kadar çok konuşulan, bu kadar çok sevilen bir iş olması hoşumuza gidiyor, şaşırtıyor.

Diziler genelde çok güzel başlıyor sonlara doğru öyle bir duruma geliyor ki izleyici artik izlemek istemiyor ve dizi cok kötü bir sonla bitiyor. Karadayı’yı nasıl bir son bekliyor? Raitingler iyi biraz daha uzatalım durumu olabilir mi?

Karadayı iki senelik bir dizi olarak planlandı ilk baştan ve sonu da belli. Karadayı için bu net. Genelleme yapıldığında diziler için bir nabza göre şerbet durumu oluyor.

Verebileceginiz bir örnek var mı?

Mesela bir karakter vardır ana cast’in içerisinde, ilk beş kişiden bir tanesidir ama planladığımız gibi gitmez onun oyunculuğu, sahneleri düşürmeye başlar. O zaman senariste söylenir veya senarist bunu farkeder ona daha az sahne yazmaya başlar diğerlerini biraz yükseltir veya yetersiz kalıyorsa yeni bir karakter sokar. Allah’a şükür bizde öyle bir durum söz konusu değil.

Karadayı benim suan izlediğim tek dizi. Karakterler çok oturmuş, fazlasıyla etkileyen sahnelerin yer aldığı bir yapım. Bazen izlerken oyuncuların performansı şaşırtıyor. Örneğin bir Baba-Oğul sahnesi vardı. Mahir babası tutukluyken yanına gidiyor. Birbirlerine sarılıp ağlamaya başlıyorlar. Beni dağıtan bir sahneydi. Bu duyguyu ağlatacak bir şekilde seyirciye aktarabilmek nasıl bir mucize?

Bu biraz herkesin mucizesi. Belli karakter dökümlerimiz zaten var. O beraber bir şeyler yapma sürecinde herkes kendinden bir şeyler ekliyor. Oyuncularla beraber oturtuyoruz karakterleri. Bazen karakter de senaryoyu yönlendirebiliyor. Mesela Yurdaer „cancağızım“ ve „mamafih“yi bu kadar güzel kullanmasaydı senaristler bu kadar fazla yazmazdı.



Bir bölüm kaç günde çekiliyor?

Tek bir bölümü çekmek 5 günümüzü alıyor.

Çok genç bir yönetmensiniz. Bir çok yönetmenin hayal ettiği yerdesiniz. Bundan sonraki hedefleriniz neler?

Hedefimiz Sinema Filmi. Dizi sabun köpüğü bir iş. Sinema Filmi öyle değil. 1-2 sene içerisinde kendi Sinema Filmimi  çekmeyi planlıyorum.

Var mı aklınızda bir Senaryo?

Bir Kitap uyarlaması var. Cumartesi günü yazarıyla buluşacağım. İnşallah güzel olur. Hep kendi yazdığım bir şey çekmek istiyorum diyordum ama bu Kitapta üç senedir sürekli çantamda taşıdığım, sürekli etrafıma okuyun diye verdiğim bir Kitap. Benim Kitabım gibi bakıyorum artık.

Türkiye’de birlikte çalışmak istediğiniz oyuncular var mi?

Var tabii, mesela Türkan Şoray. Çocukluk hayalim.



                                                                                                                           Bu yazı toplam 1876 defa okunmuştur









4. Antalya TV Ödüllerinde Yılınn En İyi Yeni Sezon Dram 

                Dizisi dalında ödül KARADAYI'nın oldu...

devami burda-www.vk.com/karadayimovies
кодкодкодкодкод

Комментариев нет:

Отправить комментарий